Çeviribilim

20 Şubat 2006

Ordular ve Çeviriler: Halide Edip Adıvar

Sabri Gürses Geçtiğimiz birkaç ay içinde birçok ülkeler arası çeviri olayı ve krizi yaşandı. Çuval Olayı’nda çevirmenlerin de rol almış olmasıyla ilgili haberler bunların en önemlilerinden biriydi. Çevirmenler bu olayda rol aldıklarını öne sürseler de, rol almadıkları görüşü öne sürüldü ve bu olaya ilişkin bir film olan Kurtlar Vadisi: Irak’ta'da onlara yer verilmedi. İkinci bir olay, İran’da nükleer gerilim sırasında yaşanan çeviri skandalıydı: CNN’in yanlış çevirisi İran’ın nükleer silah yapma düşüncesinde olduğu izlenimini uyandırdı. Bu iki olaydan yola çıkarak, bazı temel kültürel ve çeviri odaklı sonuçlar çıkarmak mümkün. Birincisi, çeviri etkinlikleri yoğunlaşıyor, uluslar arası siyasetin ve siyasi kültürün başlıca dinamiklerinden biri haline geliyor. İkincisi, gerek Amerikan ordusu gerek Amerikan medyası çeviri bürolarından hizmet alıyor, dolayısıyla ordunun ve medyanın etki sahasında söz sahibi olan büyük bir Amerikan çeviri (ya da geniş anlamıyla dil hizmetleri) sektörü var. Üçüncüsü, birbiriyle büyük ölçüde bütünleşik olan Amerikan ordu, medya ve çeviri sektörlerinin uluslar arası kapsamı ve gücü karşısında, ulusal yapılanmalar kendi tasarımları içinde olmayan durumlara sürüklenebiliyor, bu durumlarla baş etme yollarını bulup dengede tutmakta güçlük çekebiliyor. Bu öncüller, doğal olarak, bu sistem içinde, Irak ve İran’ın komşusu olan ve her iki olaydan doğrudan etkilenmiş olan Türkiye’nin nasıl bir yere sahip olduğu sorusunu doğuruyor. Bu soru da, Türkiye’nin bu durumlarla baş etme yollarını bulup bulamadığı sorusunu beraberinde getiriyor. Bunu anlayabilmek için, Türk ordusunun çeviriyle ilişkisini tanımlamak gerekli. Fakat bu ilişkiyi tanımlayabilmek zor, çünkü bu konuda yeterince güncel kaynak yok. Dağınık bilgileri derlemek gerekiyor ve bu dağınık bilgilerin bulunduğu kaynaklardan biri oldukça ilginç. Bu kaynak, Halide Edip Adıvar’ın Türkün Ateşle İmtihanı adlı, aynı zamanda modern Türk ordusunun kuruluş öyküsü de olan, Kurtuluş Savaşı hatıratı. İlk Askeri Çevirmen: Halide Edip Adıvar Bundan 90 kadar yıl önce Türkiye, tıpkı bugünkü Irak gibi uluslar arası ordular tarafından işgal edilmişti. Adıvar, hatıratında bu işgal ortamında çevirinin nasıl bir işlev gördüğüne ilişkin önemli gözlemlere yer veriyor. Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nin ilk mezunu olan Adıvar, işgal döneminde Türklerle Amerikalılar arasında aracılık yapmaktadır:

“1919 yılı eylül ayının sonlarında, King-Crane komitesi İstanbul’a geldi. Bunlar, bir yandan durumu Amerika adına incelemek, bir yandan da, büyük bir incelikle, bizim de şikâyetlerimizi dinlemek istediklerini söylediler. Bunlar bizimkilerin şikayetlerini de Paris’teki Barış konferansı’na bildireceklerdi. Trakya temsilcileri komisyona giderek şikâyetlerini bildirmemi ve benim bunları tercüme etmemi istediler. .. Süleyman Nazif Bey’in o vakur kafasıyla olağanüstü gözlerinin bakışını hiç unutmam. Benim elimi bir küçük çocuğu korur gibi tutmuş: ‘Bize bugün analık et. Bizim için de çeviricilik yap’ demişti.” (50)
İstanbul’un işgali sırasında aramalar yapılır:
“Hilâl-i Ahmer’i otuz kişilik bir askeri müfreze işgal etmiş. Türk veya Ermeni tercüman olmadığından, sadece İngilizce konuşmuşlar. Telefonlar koparılmış, kâğıtlar paramparça edilmiş, uyuyan hademelerin başına tabanca dayayarak, Dr. Adnan’ın nerede olduğu sormuşlar. Dolaplar, hatta kağıt sepetleri bile aranmış. Dr. Adnan’ın orada olmadığını öğrenince, evini sormuşlar. Bunların birer işaretle sorulduğunu sanıyorum. Yalnız, içlerinden biri birkaç kelime Türkçe biliyormuş. Sonunda, Balkan göçmenlerinden Hamit adlı ve Dr. Adnan’ın koruduğu öksüz oğlanı yakalayarak sorguya çekmişler. O da bilmediğini söyleyince, askerler çocuğu dipçikle dövmeye başlamışlar.” (57)
Şehirde arananlar için iki dilde ilanlar asılır:
“Aynı gün bütün şehirde İngilizce ve Türkçe olarak, herhangi milliyetçiye yardım edenin ölüm cezasına çarptırılacağını ilân eden afişler asılmıştı. İstasyonda, bu afişlerin birinde ölüm kelimesinin koskoca harflerle yazılmış olduğunu gördüm. Buna General Wilson imza atmıştı.” (61)
Adıvar, İstanbul’dan kaçıp Ankara’ya gittikten sonra çevirmenlik yapar:
“Ben İngilizce gazetelerin politikaya kaçan bölümlerini Türkçeye çevirir, Mustafa Kemal Paşa’nın sekreteri Hayati Bey’in getirdiği telgraflar arasında Anadolu Ajansı veya Hâkimiyet-i Milliye gazetesi için gerekli olan parçaları keser, bundan başka da, Mustafa Kemal Paşa’nın diğer haberleşmelerine ait yazıları hazırlardım.” (110-111)
“Nisanın sonlarında, İngiliz gazetelerinin birinde bir devlet adamının Big Stick Policy (Sopa Siyaseti) adlı beyanatını okuduğum zaman fena halde isyan ettim. Bir imparatorluk kurmuş bir millet olarak böyle bir bildiri on yıl önce hiçbir etki yapmazdı. Mustafa Kemal Paşa büroma geldiği zaman, bu söylevin çevirisini önüne koydum. Mustafa Kemal paşa hiçbir zaman bu kadar öfkelenmemişti.” (118, Büyük Sopa Politikası’nın temelleri, Theodor Roosevelt’in Latin Amerika’ya yönelik müdahaleleri haklı göstermek üzere 1901’de yaptığı bir konuşmada atılmıştı.)
1921’den önce Hariciye Vekilliği yapan ve Rusya’da da bulunmuş olan Bekir Sami Bey askeri öneme sahip belgeler çevirtir:
“Bir gün evime gelerek, bir belgenin tercümesini istedi. Bu, Mister Lloyd George ile yaptığı özel bir konuşmanın sözlü bir kopyasıydı. Bunun içinde Bekir Sami Bey’in barış istekleri ve Türkiye’nin Yunan ordusundan boşaltılması vardı.” (164)
Yunancadan çeviri yapılmaktadır:
“Bizim Yunanca çeviricimiz bir Türktü. Her gün Yunanlıların ‘Risos Pasttis’ adlı günlük gazetelerinden çeviriler yapardı.” (191)
Yunan ordusu yenildiği günlerde, teslim olan Yunan generali Trikopis ve Dionis için çeviri yapılır:
“Önce, bir Rum ‘tercümanla’ lafa başlandı. Yanılmıyorsam, bu, Tetkik-i Mezalim şubesinde Yunan gazetelerini tercüme eden adamdı. Ben Rumcayı o günlerde hâlâ iyi anlarsam da, çeviri yapamazdım. Konuşma, daha sonraları Fransızca olarak sürdü.” (232)
Türk ordusu İzmir’e girdiği sırada diplomatik çeviri gerekir:
“Sabahleyin erkenden Mustafa Kemal paşa’nın karargâhından biri beni uyandırdı. Tercüme edilmek gereken bir kâğıt getirmişti. Bu, İngiliz amiralinden gelen resmi bir kâğıttı. Mustafa Kemal Paşa’nın İngiliz konsolosuyla konuşurken Türkiye’nin İngiltere ile savaş halinde olduğunu söylemiş olmasından dolayı, Mustafa Kemal Paşa’dan bunun yazılı olarak pekiştirilmesini istiyordu. Çünkü, öbür İtilâf mümessilleriyle konuşması gerekiyordu. Bu kâğıdı çevirerek götürdüm.” (245)
Bu alıntılara bakılırsa, Adıvar’ı modern Türk ordusunun ilk askeri çevirmenlerinden biri saymak gerekir. Yine bunlara göre, bu dönemde çok yoğun çeviri çalışmaları yapılmış, bu çalışmaların olabildiğince merkezi yapılması hedeflenmiştir. 1920’lerde ordu kendi bünyesindeki çeviri çalışmaları aracılığıyla dış basını takip etmekte ve diplomatik ilişkilerini yürütmektedir. Günümüzde Ordu Çevirmenliği Peki 1990’lara uzanan süreçte bu durumda bir değişiklik oldu mu? 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya katılması süreci ordu ve çeviri ilişkisini nasıl etkiledi; bundan sonra NATO bünyesinde örgütlenen ordu içinde çeviri çalışmaları NATO dilleri çerçevesinde olduysa, NATO’nun yeniden yapılanmaya gittiği Sovyet sonrası dönemde nasıl bir şekil kazandı? Ordunun kendi bünyesi içinde çeviri birimleri ve çevirmenleri var, peki özel çeviri bürolarından hizmet alıyor mu ya da alma olanağı var mı? Kısacası, ulusal yapılanmaya sahip Türk ordusunun, Irak işgali ya da olası İran müdahalesi gibi uluslar arası eylemler karşısında dilsel hareket olanakları ne düzeydedir? Ve yine aynı çerçevede, Türk medyasının çeviri sistemi içindeki hareket olanakları nelerdir, bölgesel haberleri uluslar arası çeviri sistemine aktarabilecek yeteneğe sahip midir? Yani, Türk ordu ve medyasının örneğini gördüğümüz Amerikan ordu ve medyası gibi lojistik hareketliliği ve olanakları var mıdır? Eğer yoksa, ya da yeterli değilse, bunun uzun vadedeki anlamı nedir? Bunlar ilk aşamada akla gelen sorular, kuşkusuz daha kesinlikli bir şekilde sorulmaları gerekir. Zaten Türkiye gibi ilk sömürgecilik karşıtı savaşı, ulusal ordusuyla kazanmış bir ülkeyi, İran ya da Irak’la karşılaştırmak bile başlıbaşına sorunlu bir konudur. Bu yüzden, ayrıntılı sorulara girmeden önce, Türkiye’nin çeviri sistemi içinde nasıl bir yer aldığı, ordu, medya ve dil hizmetlerinden oluşan bir sistem geliştirip geliştiremediği sorusunu yanıtlayabilmek gerekiyor: modern ordunun gönüllü çevirmeni olan Adıvar’dan günümüze ordumuz uzman askeri çevirmen kadrosuna sahip oldu mu, olamadı mı? Kaynak: Halide Edib-Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, Atlas Kitabevi, 1979.

Çeviribilim dergisi, güncel yayınını www.ceviribilim.com adresinde yapmaktadır.

Petersburg, Andrey Belıy
LJeviren: Sabri Gürses

" Öyküsü, Ekim Devrimi öncesi Rusya'nın, 1900 başlarındaki Petersburg'unda geçen roman, bir bakıma her şeyle, devrimle de karşı-devrimle de, devrimciyle de karşı-devrimciyle de, 'katil'le de 'maktul'le de dalga geçiyor.

" Fakat hepsinden önce de, resmî, kanıksanmış, alışılmış, basmakalıp olanın üstündeki örtüyü, hastalanmış bir deriyi acımasızca koparır gibi çekip çıkarıyor... Ne kadar zavallı, ne kadar cılk bir yara gibi görünürse görünsün, altta gizlenen 'insanî'liği gösteriyor.

" Dilimize başarıyla çevrildiğini düşündüğüm Petersburg'u okumaya hazırlanan edebiyatseverleri, canlı, düşündürücü, öğretici ve yoğun bir okuma sürecinin beklediğinde kuşku yok..." Ataol Behramoğlu, Radikal Kitap

<
Powered by Inttranews, specialized multilingual news service for interpreters, translators and 

linguists

peter