Çeviribilim

24 Nisan 2006

Çeviri Açısından Felsefi Söylem

Prof. Dr. Betül Çotuksöken'in (Maltepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü), Okan Üniversitesi Çeviribilim Bölümü'nün düzenlediği Çeviribilim Seminerleri çerçevesinde 06.04.2006 tarihinde yaptığı konuşma.


Akşit Göktürk Çeviri: Dillerin Dili başlıklı kitabının "Sonuç" bölümünde şöyle der: "Çeviri, genellikle sanıldığından çok daha karmaşık, açıklanması güç bir olgudur. Bu nedenle, dilden dile kuru bir bilgi aktarımı olarak nitelenmesi yanlış, en azından yetersiz olur. Hangi bilginin, hangi amaçla, hangi dilden, hangi dile, kimin için aktarıldığını düşünmek bile, konunun çok yönlülüğünü belirtmeye yeter. Aktarılması söz konusu olan bilgi düşünce ya da duygunun, dilin hangi işlevlerinden doğduğu, her çeviri konumunda, hem çevirmenin tutumunu, hem de ortaya koyacağı işi belirleyen bir etkendir."

Burada dikkat çekilmek isteneni birbirinden çok farklı başlıklar altında toplamak, farklı sorular sormak ve saptamalar yapmak olanaklıdır.

-Çeviri olanağını dilin hangi işlevinde bulmaktadır? (Anlam aktarma işlevi)


-Çeviride bilgi aktarımında amaç nedir? (Bilgiyi yaymak mı?)


-Çeviride bilgi hangi dilden hangi dile aktarılmaktadır? (Kaynak dil, amaç dil)


-Çeviride hangi bilgi başka bir dile aktarılmaktadır? (Varolanın bilgisi, dünya bilgisi)


-Çeviride bilgiler kimin için aktarılmaktadır? (Öznelerarası ilişki)


-Çeviri dilden dile kuru bir bilgi aktarımı değildir. (Dil-kültür bağlamı)


-Çeviri karmaşık bir olgudur. (Çok bileşenli bir yapı olarak çeviriyi çözümleme)


-Çeviri açıklanması güç bir olgudur. (Bilim, felsefe ve sanatın biraradalığı)


Yukarıda sıralanan sorular dile, insansal (: antropolojik), varlıksal (: ontolojik), bilgisel (: epistemolojik) bakımdan yönelmeyi gerektirmektedir. Her şeyden önce çeviriyi insanın varlık yapısıyla bağlantısı içinde ele alabiliriz. Çeviri yapmak insanın yapısıyla, doğasıyla doğrudan bağlantılıdır. Bir başka deyişle çeviri, temelini, temel dayanağını insanın varlık yapısında bulur. Nermi Uygur'un Dilin Gücü başlıklı kitabında yer alan "Dil ve Çeviri" bölümünde dile getirdiği gibi insan çeviren bir varlıktır. Dil aracılığıyla doğa dünyası dil dünyasına çevrilir. Ancak bu noktada aradaki adıma da dikkat çekmek gerekmektedir. Çünkü dışdünyanın dil dünyasına aktarılmasında aracı ortam olarak düşünmeden söz etmek gerekir. Nermi Uygur'a göre "Çeviriciliği ile dil bize varlığı açar. Böylece dil varolan şeylerin sayısını gereksiz yere çoğaltmaz. Dil dışındakini bir kez de dile getirmez, varolanı yenibaştan olduğu gibi vermez; varolanın ortamını değiştirmekle varolanın bir bakıma kendisini de değiştirir."


Temelini insanın varoluşsal yapısında bulan çeviri, dil/söz düzleminde, başka bir deyişle, diliçi bağlamda çok daha sorunlu bir hal alır. Bu noktada dilden/sözden yola çıkarak imleme, anlamlama ilişkilerine bakmak gerekir. Dilde dile gelen neyi imlemektedir? Tam da bu noktada dışdünya-düşünme-dil ilişkileri üzerinde durmak gerekmektedir. Bu üç öge arasındaki ilişkilerin ayrıntısına geçmeden önce, bu iç terimin insan dünyasını özetlediğini ileri sürmek olanaklıdır. Burada söz konusu olan -bir bakıma- gizli ileti her şeyin bilgide özetlenivermesidir. İnsan; tüm anlamsal ayrımları bir yana, dünyayı düşünmesi ve dili aracılığıyla bilgi dünyası haline getirir. Düşünme; içerdiği kavramlarla, çerçevelerle ve bu çerçevelere eşlik eden imgelerle dışdünyayı "kendisinin" kılar; dildeki sözcükler ve söz düzenleri de yeniden bir çevirme işlemi oluşturur. Öyleyse, dışdünya-dil ilişkisinin dolaylı bir ilişki olduğunu ve düşünme dolayımında gerçekleşen bir ilişki olduğunu dile getirmek olanaklıdır.


Burada şu soruları dile getirebiliriz: Dilde dile gelenlerin tümünün dışdünyada doğrudan bir karşılığı var mıdır? Bu soruya, baştan a priori olarak evet demek olanaksızdır. Dilde dile gelenlerin ancak bir bölümünün dışdünyada karşılığı vardır. Örneğin, dilin oluşmasını sağlayan, anlam aktarmayı olanaklı kılan "sinkategorematik" terimler/yapılar dışdünyada karşılığı olmayan yapılardır. Bunlar mantıksal değişmezler (: düşünmeyle bağlantılı) ya da dilbilgisel yapılardır (: dille bağlantılı). Günlük dil ve insanın görünür dünya ile ilişkilerini kuran bilgi bağlamları içerdikleri tekanlamlılıkla daha az tartışma götürür bir dil çerçevesi sunarken; yazınsal söylem, özellikle de felsefi söylem çok tartışmalı bir dil/söylem çerçevesi oluşturur.


Bu noktada felsefi söyleme daha yakından bakmak gereği ortaya çıkmaktadır. Felsefe; dşdünya-düşünme-dil arasındaki ilişkileri inceleyen bir etkinliktir. Felsefe; doğrudan ne dışdünyayı ne düşünmeyi ne de dili inceler. Felsefenin ilgisi söz konusu alanlar arasındaki ilişkiye yöneliktir. Bu açıklamalar çerçevesinde felsefenin hem bir tür düşünme biçimi hem de bir tür bilme biçimi olduğu açıktır. Alanlararası ilişkilere yönelik olan, bu alanlar arasındaki ilişkileri soru konusu yapan felsefenin diğer bilgi dallarından farklı bir nesneleştirme biçimi olduğu açıktır. Yeri gelmişken söylemekte yarar var: bilgileri birbirinden ayıran, yönelim (: inceleme, araştırma) nesneleri değil, nesneleştirme biçimleridir. Örneğin; bilimle felsefeyi de birbirinden ayıran, nesneleştirme konusundaki farklı tutumlarıdır. Felsefe bir dışdünya nesnesini kavramsal çerçevesiyle ve dilsel/söylemsel çerçevesiyle ilişkisi bakımından ele alır. Belli bir doğal dil içinde yapılan "felsefi çeviri" işleminin başka bir doğal dile dönüşümde, yeni bir çeviri bağlamında çok daha ciddi sorunlar içereceği açıktır.


Burada tüm bilgi türleri için büyük önem taşıyan terim sorunu ortaya çıkmaktadır. Özellikle felsefe terimleri farklı felsefi söylemlerde olanca özgüllüğü içinde kendini göstermektedir. Dilsel görünüm, söylemsel bir değer ifade etmekte; başka bir deyişle her filozofun söyleminde neredeyse anlamsal arkaplan değişiklik göstermektedir. Felsefe tarihinden alınacak örnekler durumu daha iyi yansıtabilir. Bu saptama, belli bir doğal felsefe dili/söylemi ortamında kendini gösterebildiği gibi, belli bir doğal dilden diğerine aktarımda da belirginlik kazanmaktadır. Felsefe çevirisi yapmanın zorluğu tam da burada su yüzüne çıkmaktadır.


Çevirinin olabilirliği konusunda takınılan tavrın olumlu olduğunu dile getirmeye ayrıca gerek olmadığı açıktır. Farklı düzlemlerde çevirinin yapılabilirliği, düşünsel yönden daha da incelmiş ortamlarda elbette daha incelikli bir düzeyde gerçekleşebilir. Felsefe çevirilerini bu yeni düzlemde değerlendirmek dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Burada örtük olarak şu sav ileri sürülmektedir. Düşünsel yönelimlerin niteliğine bağlı olarak, çeviri etkinliği de değişiklik göstermektedir. Düşünsel düzlem inceldikçe, çeviri edimi de incelmekte ve eşdüzeyde incelenen diller arasında da çeviri yapılabilmektedir.


Terimlerin neredeyse kendi doğallığı içinde üretildiği dil düzleminde bir kez ortaya çıkmış olması, söz konusu terimlerin başka doğal dil ortamlarına geçişine izin vermez mi? Böyle bir terime örnek olarak "sinkategorematik" terimini, "a priori" terimini, "a posteriori" terimini, belki de çok farklı biçimlerde anlaşılan, anlamlandırılan "ide" terimini verebiliriz. Yunanca, Latince terimler olarak söz konusu terimlerin modern batı dillerine de aynı şekilde geçtiklerini biliyoruz. Bu noktada dil politikaları etkili olmakta, bu terimlerin yeni dil ortamında yeniden yaratılması amaçlanmaktadır. Burada öznelerarası bir tutum takınmanın gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Çünkü hiçbir dil tek kişilik değildir; her doğal dilin mantıksal çatısını hiç olmazsa doğru bir biçimde kullanmanın zorunluluğu bağlayıcı bir rol üstlenmiştir. Ancak bunun ötesinde biraz daha ileri düzeydeki özgürlük alanından söz edilebilir. Bununla birlikte, anlaşılabilirliğin ne denli önemli olduğu noktasından hareketle, terimler üzerinde uzlaşmanın gerekliliği de açıkça ortaya çıkmaktadır. Yapısı gereği uzlaşımsal olan dil bağlamının dillerarası ilişkide de uzlaşımsal olduğu yargısı tüm çeviri edimleri için işlevsel olabilir ya da yol aldırıcı olabilir.

Çeviribilim dergisi, güncel yayınını www.ceviribilim.com adresinde yapmaktadır.

Petersburg, Andrey Belıy
LJeviren: Sabri Gürses

" Öyküsü, Ekim Devrimi öncesi Rusya'nın, 1900 başlarındaki Petersburg'unda geçen roman, bir bakıma her şeyle, devrimle de karşı-devrimle de, devrimciyle de karşı-devrimciyle de, 'katil'le de 'maktul'le de dalga geçiyor.

" Fakat hepsinden önce de, resmî, kanıksanmış, alışılmış, basmakalıp olanın üstündeki örtüyü, hastalanmış bir deriyi acımasızca koparır gibi çekip çıkarıyor... Ne kadar zavallı, ne kadar cılk bir yara gibi görünürse görünsün, altta gizlenen 'insanî'liği gösteriyor.

" Dilimize başarıyla çevrildiğini düşündüğüm Petersburg'u okumaya hazırlanan edebiyatseverleri, canlı, düşündürücü, öğretici ve yoğun bir okuma sürecinin beklediğinde kuşku yok..." Ataol Behramoğlu, Radikal Kitap

<
Powered by Inttranews, specialized multilingual news service for interpreters, translators and 

linguists

peter