Çeviribilim

28 Şubat 2006

Yabancı Çevirmenler Getirilmeli Mi?

Sabri Gürses Başbakan Erdoğan, son günlerde gerçekten ilginç açıklamalar yapıyor. Önce, bir çiftçiye “Anan da ağlasın, baban da ağlasın” dedi. Ardından Bursa’daki bir kongrede, doktorların büyük maaşlar alsalar bile Doğu illerine çalışmaya gitmediğini, öncelikle buralarda çalışmak üzere yabancı doktorlar getirteceklerini söyledi. Ertesi gün de, yine Bursa’da, kendisine “Öl de ölelim” diye seslenen yurttaşlara, Mustafa Kemal Atatürk’e ait olan, savaş koşullarında söylenmiş ünlü “Ben size ölmeyi emrediyorum” sözünün bir çevirisini yapıp “Size ölmeyi değil, çalışmayı emrediyorum” diye yanıt verdi. Bunlar siyaset alanında dil kullanımının çeşitliliğine dair ilginç örnekler, uzmanların ele almasını gerektiriyor. Fakat ikinci söz üzerine dayanamayıp düşündüm. Daha doğrusu bir soru takıldı aklıma: yabancı uzmanların getirtilmesi çok yeni bir uygulama değil, sözgelimi üniversitelerde de bu yaygın olarak yapılıyor, fakat genellikle gelişmiş kadronun ya da konunun uzmanının bulunmaması gibi nedenler öne sürülüyordu bunun için. Bu kez, konunun uzmanı var olduğu halde, bu uzmanların çalışmaması neden olarak öne sürülüyor. Doktorlar bu sava karşı çıkıyorlar, ama bu sadece doktorların üzerine düşüneceği bir konu değil: ya başka meslekler için de aynı şey öne sürülürse? Sözgelimi bunu çevirmenler için söylerlerse? Aslında söylemiyor değiller. Hatta, başbakanın bu çözümü ilk olarak yayıncılık sektörüne bakarak üretmiş olabileceği bile söylenebilir. Bilindiği gibi, çeviri yayınlar yayıncılık sektörü içinde daha yaygın ve büyük bir oran oluşturuyor. Başlangıçta bunun nedeni olarak, kültürel kalkınma gösteriliyordu, batı kültürünün klasiklerinin Türkçeye kazandırılması gerektiği söyleniyordu. Sonra kazandırılan eserlerin yardımcı eserlerinin de gerektiği ortaya çıktı. Daha sonra bu eserler üzerine yazılan eserlerin de gerekli olduğu anlaşıldı. Bu arada klasikler dışında eserleri de okumak isteyenler için güncel eserlerin çevirisine gerek duyuldu. Sonuçta yayıncılık gitgide artan oranda çeviriye ağırlık verdi. Yani, yerli yazarların çalışmadığı yerlerde çeviri aracılığıyla yabancı yazarlar çalışıyor bir bakıma. Kuşkusuz bu, gerçeğin biraz karikatürleştirilmiş hali. Gerçek bundan daha tatsız: yerli yazarın maliyeti çeviriye oranla daha yüksek. Bunun uzun bir tahliline girişilebilir, ama bir araba üretmek üzere fabrika kurmak ile araba ithal etmek arasındaki fark, yerli yazar yayınlamakla yabancı yazar yayınlamak arasındaki farkın basit bir örneği olarak yeterli olacaktır. Yayınevi de edebiyat eleştirisinin ve okuryazarlığın yerleşmediği bir ülkede kendince haklıdır, sınanmış ve uluslar arası kabul görmüş yazarları yayınlamak daha ekonomik, tüketicinin arzulayacağı bir şeydir: tıpkı yabancı doktorlar gibi yabancı yazarlar da yerlilerin yetersiz kaldığı alanları doldurabilir.* Bu durumda aynı şeyin çevirmenler için geçerli olmayacağını kim söyleyebilir? Kuş gribi olayları sırasında, konuyla ilgili haberleri önce yabancı gazetelerden çeviri yoluyla öğrenmiştik; Kuzey Irak’ta yaşanan çeviri olaylarını da, Türkiye’yle ilgili olmasına rağmen yabancı basından öğrendik. Bu olaylarda şimdilik Türkiye’li çevirmenler öne çıkıyor olabilir, ama ilerde Türkçe ve başka bölge dillerini bilen yabancı çevirmenlerin öne çıkmayacağını kim söyleyebilir? Aynı şekilde, Türkçe’yi iyi bilen bir yabancı kitap çevirmeni, yerli meslektaşlarının çevirmediği, belki çevirmekten kaçındığı, kaçınmasalar da çevirmelerinin yasalara göre yasak olduğu kitapları çevirebilir; ya da onların çalışmayı kabul etmediği koşullarda çalışabilir. Üstelik bu belki kötü de olmayabilir. Başbakanın sağlık kentleri önerisinde olduğu gibi, devlet yabancı bir yayıncıya saha verir, bu yabancı yayıncıdan ülkenin yayın alanındaki eksiklerini tamamlayacak yatırımlar yapmasını bekler. Böyle bir girişim sonucunda yerli ve yabancı çevirmenler, yazarlar bir arada çalışma olanağı bulur, kültürümüz alabildiğine çağdaşlaşır, uluslar arası rekabet koşullarına sahip olur. Hatta uzun vadede Kültür Bakanlığı böyle bir yayıncıyla ortaklığa girer, hem Türkçe eserlerin çevirisi için özel girişime fırsat tanır, hem de ilk kitaplarını yayınlayan gençlerin eserlerinin devlet tarafından yayınlanması gibi bir zorunluluktan kurtulur. Kimbilir, bir bakarsınız, bütün sınırlar kalkmış, bir interlingua yaratılmış, hatta Volapük ya da Esperanto kabul edilmiş, bu kez bu dillerde çevirmenler, yazarlar aranıyor olur. Devletin belki bu konuda da öncü olması, okullara üçüncü dil olarak koyması lazım. * Süreyyya Evren, Birgün gazetesinde 3-5 Nisan 2005'te yoğun çeviri yayının eksik bir yönüne işaret etmiş: "Ama bağlamlar çevrilmiyor. Yabancı yazarlarla yapılmış söyleşilerin çevrilmesi, ya da Express dergisinin zaman zaman siyasi ve kültürel konularda yaptığı gibi çeşitli söyleşilerin derlenmesi, mümkünse yazar Türkiye’ye gelmeden de söyleşi yapılmaya çalışılması, ve çevrilen o yapıtların üzerine yazılmış olanlara, çıkmış tartışmalara biraz daha yer ayrılması gerekmez mi bağlamı da burada hissedebilmesi için okurun?" Bu eksikliğin nedeninin de maliyeti ucuz tutma çabası olduğunu söylemek mümkün görünüyor bana.

Çeviribilim dergisi, güncel yayınını www.ceviribilim.com adresinde yapmaktadır.

Petersburg, Andrey Belıy
LJeviren: Sabri Gürses

" Öyküsü, Ekim Devrimi öncesi Rusya'nın, 1900 başlarındaki Petersburg'unda geçen roman, bir bakıma her şeyle, devrimle de karşı-devrimle de, devrimciyle de karşı-devrimciyle de, 'katil'le de 'maktul'le de dalga geçiyor.

" Fakat hepsinden önce de, resmî, kanıksanmış, alışılmış, basmakalıp olanın üstündeki örtüyü, hastalanmış bir deriyi acımasızca koparır gibi çekip çıkarıyor... Ne kadar zavallı, ne kadar cılk bir yara gibi görünürse görünsün, altta gizlenen 'insanî'liği gösteriyor.

" Dilimize başarıyla çevrildiğini düşündüğüm Petersburg'u okumaya hazırlanan edebiyatseverleri, canlı, düşündürücü, öğretici ve yoğun bir okuma sürecinin beklediğinde kuşku yok..." Ataol Behramoğlu, Radikal Kitap

<
Powered by Inttranews, specialized multilingual news service for interpreters, translators and 

linguists

peter