Telif ve İthal Telif Hakları
Yazar ve hukukçu İlhan Tarus, 1954 yılında Varlık dergisinde yazdığı bir yazıda,* Türkiye’nin uluslar arası telif anlaşmaları karşısındaki yükümlülüğüyle ilgili iki ilginç noktaya değinmiş. Birincisi, 1953 yılında Sanat ve Fikir Eserleri Kanunu’nun hazırlanması sırasında, Prof. Hirsch’in ana taslağı hazırladığını, ama Yargıtay üyesi Âmil Artus’un da büyük emeği geçtiğini söylüyor.
İkincisi, Brüksel Anlaşması ve Bern Sözleşmesi’yle ilişkimizin anlamına değiniyor:
“Bütün milletlerarası sözleşmelerde olduğu gibi her millet, dilediği norma katılmakta serbesttir. Biz, (1948) yılında Brüksel’de düzenlenen norma katıldık ve kanunumuzun sistemini bu norma uydurduk. Brüksel metni, yabancı eserlerin kendi dillerinde yayınlandıkları tarihten itibaren on yıllık bir hak kabul eder. On yıldan daha eski yayınlı eserler hakkında kesin bir muafiyet ve imtiyaz tanır. Esasen Brüksel metninin özelliği buradadır.
Bunun dışında en yeni metin olarak 1952’de kabul edilen Bern metni vardır ki, bunda elli yıllık bir hak saklılığı esası kabul edilmiştir. Biz bu metne katılmadık. .. Eğer katılsaydık ne sizin [Yaşar Nabi’ye sesleniyor], ne de son yıllarda birçok eser aktaran öteki tercümeci ve editörlerin, pek sınırlı bir adet dışına çıkmanıza imkân olmıyacaktı. Hele bugünkü Amerikan edebiyatından hemen hiçbir şey göremiyecektik. Yazarlarına telif hakkı ödeme veya izinlerini alma yoluna gidecektik. Bu yolun sarplığını herkesten iyi takdir buyurursunuz. Devlet, fikir ve edebiyat dünyamızın haberi bile olmadan –ki hâlâ haberimiz yokmuş- en hafif yükü tercih etmiş ve Brüksel anlaşmasına muvazi olarak kanun hükmü koymuştur. Başka memleketlerde bu çeşit bir kanun yapılırken yazarların yol göstermesi, hükümeti aydınlatması âdettir. Aramızdaki mesafeyi düşününüz.” (abç)
Bu metni okuduktan sonra, ilk önce, devlet görevlilerinin kültürel sorumluluk ve öngörü sahibi olduğunu düşündüm. Sonra hafif hafif arkadaki zihniyet şekillenmeye başladı: bu anlayış, ithalatçı bir anlayış. Kültürün, hem dışarıdan ithal edileceğine, hem de olabildiğince maliyetsiz ithal edilmesi gerektiğine inanıyor. Ayrıca on yıl esası kabul edildiyse, ve bunun ardında “telif hakkı ödeme veya izin alma”dan kaçınmak düşüncesi varsa, demek ki kültürde hep bir on yıllık gecikme olması da normaldir: John Steinbeck’i çeviriyorsak,** on yıl önce yayınlanan eserlerini çeviririz (ya ikinci baskı yaptıysa?), on yıllık gecikme kültürümüz için kayıp olmaz. Dahası, bu anlayışın içinde “telif” kavramı büyük ölçüde ithalata yönelik olarak tanımlanıyor: ihraç edilme durumunda, yani Türk yazarlarının başka dillere çevrilmesi durumunda ne olacağı göz ardı edilmiş sanki.
Daha önce, uluslar arası baskı gelinceye dek yayınevleri serbestçe yayın yapmış, telif hakkını göz ardı etmiş sanıyordum, ama sanırım başka bir şey söz konusu olmuş: kültürün ithaline inanan bir zihniyet, onları bir tür sübvanse eder gibi serbest bırakmış olabilir mi acaba? Bunun günümüzdeki çeviri karmaşasını açıklayan bir yanı var: bu hak serbestisi içinde bir yayınevi başka bir yayınevinin haksız rekabetini nasıl engelleyebilirdi? Yayıncılık belki de bu nedenle böylesine çeviri ağırlıklı gelişti? (Sabri Gürses)
* "Telif Hakları ve Türkiye," Varlık, sayı: 405, 1 Mart 1954.
* Örneğin Steinbeck'in Türkçeye Filiz Karabeyli tarafından Ay Battı adıyla ilk olarak 1953 yılında çevrilen, 1958'de ikinci basımı yapılan The Moon Is Down adlı kitabı 1942 yılında Nazilere karşı savaş propagandası olarak yayınlanmış, 1943 yılında sinemaya uyarlanmış. 1969 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları'nda tiyatro oyunu olarak oynanmış. Romanın Ay Battı adıyla 1990 yılında Erol Mutlu, 1991 yılında Özhan ve H. Zekai Yiğitler'e ait iki çevirisi daha var (bu iki çevirinin ilk basım tarihleri farklı olabilir).
Çeviribilim