Çeviribilim

21 Ocak 2006

Rus Klasiklerini Neden Seviyoruz?

Sabri Gürses Rus klasiklerini toplumumuzun okuryazar hemen her üyesi seviyor gibi geliyor bana bazen. Tolstoy'un, Dostoyevski'nin adı, güzel sohbetlerin yalın bir iksiri gibi, anılması hemen coşkuya yol açıyor, yüzlere tatlı bir gülümseme yayılıyor. İngiliz, Amerikan klasiklerinin böylesine duygudaşlık uyandırdığını doğrusu ben pek gözlemedim. Melville dediğinizde öyle bir coşku yayılmıyor kimseye, hatta Moby Dick denince bile Savaş ve Barış dendiği zaman olduğuna kıyasla küçük bir coşku ortaya çıkıyor. Bir parça abartıyorum kuşkusuz, fakat Rus işgallerini ve Rusların panslavist bağlılıklarını Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev çevirileri sayesinde büyük bir duygudaşlıkla unutan ya da görmezden gelen toplumumuzun bu coşkusu gerçekten övülmeye değer. Sonuçta aynı duygudaşlığı vaktiyle kendi bünyesine ait saydığı İran, Arap, Afrika, Yunan edebiyatlarına karşı göstermiyor. Fakat diğer yandan, Rus klasiklerine yönelik bu sevginin gerçekten Rus ve Rus dünyasına yönelik bir sevgiden kaynaklandığına dair küçük bir kuşku belirdi içimde. Acaba Rus klasiklerini Rus oldukları için değil de, klasik oldukları için mi seviyoruz, hatta Batı literatürünün klasikleri arasında yer alan klasikler oldukları için mi seviyoruz? İletişim Yayınevi, bir süredir özenli bir şekilde Rus klasikleri yayınlıyor. Tolstoy ve Dostoyevski çevirilerini, Orhan Pamuk'un editörlüğünde Dünya Klasikleri dizisinden yayınlıyor. Genel eğilim olarak bu eserlerin yeni çevirilerini yaptırmıyor, daha önce tanınmış ve ünlenmiş olan, Rusça çevirilerinden yararlanıyorlar. Orhan Pamuk bir genel editör önsözü yazıyor, fakat bunun dışında kitaba bir başka ünlü yazardan da önsöz ya da sonsöz almaya özen gösteriyorlar. Bendeki kuşkuyu güçlendiren de bu önsözler oldu. Şu ana kadar yayınlanan Tolstoy'un kitaplarının ön ve sonsözleri John Bayley, Nadime Gordimer, Edward Wasiolek, Doris Lessing, Henri Troyat, Colm Toibit ve Renato Poggioli'ye ait. Dostoyevski kitaplarının ön ve sonsözleri Saul Bellow, Henri Troyat, Orhan Pamuk, Liza Knapp, Rene Girard, Sigmund Freud ve Murat Belge'ye ait.* Bu ön ve sonsöz yazarlarının hiçbiri Rus değil, Rusya dışındaki dünyanın yazarları. Bu önsöz seçimlerine, Türkiye'de tanınmış (Troyat, Lessing gibi) yazarların güven verici önsözleri de denemez, çünkü büyük kısmı (Knapp, Wasiolek gibi) tanınmayan, eserlerinin çevirisi olmayan kişiler. Belki temel ortak özelliklerinin, çağdaş batı dünyasında Rus klasikleriyle ilgili yazılmış etkili yazılar olmaları, bir anlamda klasikleşmiş yazılar olmaları olduğu söylenebilir: Troyat, Poggioli, Freud'un yazıları bir bakıma böyle. Edward Wasiolek ve Liza Knapp de Rusça çevirmeni ve uzmanları. Fakat İrlandalı çağdaş yazar Colm Toibit'in yazısı için bunu söylemek zor, ailesi çarlığın sonunda Rusya'dan göç etmiş olan yazar Saul Bellow'un yazısı için de: bunlar çağdaş yazarların klasiklere ilişkin yorumları. O zaman temel ortak özellikleri tek bir şey, bir Türk yazarının seçtiği önsözler olmaları. Beni düşündüren iki şey var bu noktada: birincisi, Rus klasiklerinin Rusya'da nasıl değerlendirildiği, Rusça yazılmış bu eserler hakkında Rusların ne incelemeler yapmış olduğu neden önemli değil? Tahmin etmek güç değil, bir Rus yazarının (sözgelimi Lotman) bu klasiklerden biri üzerine incelemesi bir başka (Türkçeden başka) Batı diline çevrilir ve ünlenirse, önsöz olarak burada yer alabilir. Fakat Türkçeye neden başka dillerden önce çevrilemesin? Sonuçta Rus yazar ve düşünürlerinin kendi klasikleri üzerine çok çarpıcı incelemeleri var. İkincisi, çeşitli şehirlerimizde Rus Dili ve Edebiyatı bölümleri var, burada yerli ve yabancı uzmanlar çalışıyor. Hatta İstanbul Üniversitesi'ne bağlı olan bölüm, Rus dili uzmanı olan şair ve yazar Ataol Behramoğlu'nun bölümdeki varlığıyla özel bir değer kazanmış durumda. Neden bu bölümlerde çalışan akademisyenlerin önsöz yazmaları sağlanmasın? Bunun yapılmadığı durumda, Rusçadan çeviri bir klasiğin, başka ülkelerdeki Rus dili uzmanları ya da Rus edebiyatı severlerinin yazdığı yazıların çevirisi yoluyla tanıtılması gibi tanımlaması güç bir durum ortaya çıkıyor. Bu durumda, bu metinlerin Rusça asıllarından çevrilmiş olduğunun vurgulanmasının anlamı da kalkıyor ortadan, çünkü başka bir dilden çevrilen önsöz konulabiliyorsa, metnin kendisi de başka dilden çevrilebilir demektir.** * Murat Belge'nin önsözü farklı bir şekilde sunulmuş: "Murat Belge'nin Suç ve Ceza'yı Türkiye Aydınları ve Roman Kahramanlarıyla Karşılaştıran Önsözüyle" deniyor. Murat Belge'nin önsözü romanın yazılma süreciyle ilgili bilgiler veren, Ahmet Hamdi Tanpınar'a değinen, beş sayfalık güzel bir önsöz, neden kapakta bu şekilde anılmış, anlayamadım. ** Kuşkusuz burada özellikle önsözlerden söz ediyorum, yoksa bu değerlendirmelerin bağımsız kitaplar olarak yayınlanması ayrı bir konu. Diğer yandan, bu klasikler dizisinin ünlü bir yazarın kendi özel sunumunu ifade ettiği de söylenebilir, ama hem hepsinde farklı farklı yazarların önsözleri olduğu, hem de bunun başka bir örneğini görmediğim için nasıl anlamlandırmak gerekir tam bilemiyorum.

Çeviribilim dergisi, güncel yayınını www.ceviribilim.com adresinde yapmaktadır.

Petersburg, Andrey Belıy
LJeviren: Sabri Gürses

" Öyküsü, Ekim Devrimi öncesi Rusya'nın, 1900 başlarındaki Petersburg'unda geçen roman, bir bakıma her şeyle, devrimle de karşı-devrimle de, devrimciyle de karşı-devrimciyle de, 'katil'le de 'maktul'le de dalga geçiyor.

" Fakat hepsinden önce de, resmî, kanıksanmış, alışılmış, basmakalıp olanın üstündeki örtüyü, hastalanmış bir deriyi acımasızca koparır gibi çekip çıkarıyor... Ne kadar zavallı, ne kadar cılk bir yara gibi görünürse görünsün, altta gizlenen 'insanî'liği gösteriyor.

" Dilimize başarıyla çevrildiğini düşündüğüm Petersburg'u okumaya hazırlanan edebiyatseverleri, canlı, düşündürücü, öğretici ve yoğun bir okuma sürecinin beklediğinde kuşku yok..." Ataol Behramoğlu, Radikal Kitap

<
Powered by Inttranews, specialized multilingual news service for interpreters, translators and 

linguists

peter